10 Temmuz 2007 Salı

DIŞTAN İÇE YILDIZ ERSAĞDIÇ


DIŞTAN İÇE YILDIZ ERSAĞDIÇ
Resim yapma gerekçesini sürekli diri tutan yaratıcı içtepi çatışmalarla beslenir. Kendisiyle ve çevresiyle sorunu olmayan ya da bu sorunu ifade olanaklarından yoksun insanların içinde sanatçı özel biridir. Yıldız Ersağdıç, günümüz insanına özgü temel çatışmaları önce bir gözlemci olarak çevreyle kurduğu , sonra da kendi içine dönerek kendisiyle kurduğu ilişkide yaşayarak biçimlendirmeyi deniyor. Bu çağdaş sanattan yana bir tavır. Durmadan hoş görüntüler üreterek sanat adına pazarlayanlarla ,kavramsal sanat adına yaslanarak pahalı ve içeriksiz görünümler oluşturanların anlatım becerisinden yosunluklarıyla, çizginin ve boyanın olanaklarını kullanarak girişilen yaratıcı eylemin inandırırcılığı kıyaslanamaz bile.
Ersağdıç resim serüveninde kendisini filme alan bir yönetmen gibi davranıyor. Asıl derdi kendisi olmakla birlikte, ilk karelerde verilen doğayla barışık ev görünümlerinden sonra modern kentlerin kuru geometrik ve insan sıcaklığını yitirmişliğini sunuyor ısrarla.Sonra içsel bir çığlık.
Yalıtılmış bina görünümleri Amerika yıllarında ortaya çıkmaya başlıyor. Yalnızlığın yabancılaşmanın görünümleri siyah beyaz kurguya giren başarılı renk çözümlemeleriyle biçimlendiriliyor. Ersağdıç, bu binalardan birinde bir odaya sıkışmış dışarıyı gözleyen bir yalnızdır.Bütün içselliğini, duvar yüzeylerinde oluşturur. Duvar dokusu olarak izlenen alanlar gerçekte Ersağdıç’ın kendi dokusunun görünümleridir.Ama bir türlü çıkamamaktadır çizilmiş sınırlanmış yaşantının kurallarından.
Batılı değerlerle oluşturmaya çalıştığımız resmimizde geçmişin anlatım olanaklarını salt biçim olarak algılayan bir çok sanatçının(!) yanında Yıldız Ersağdıç sanatçı duyarlılığını yaşantı içiriğinden besleyerek oluşturuyor resmini. Çağdaş olmak modern tekniklerle başarılamayacak bir durumdur. Örneğin teknik donanımı yüksek arabaya binmek ya da bilgisayar kullanmak bu aygıtların geldiği kültürü içselleştirmek anlamına gelmez. Sanatta da durum değişik değildir. Batı resmine öykünmek yerine, Batı Uygarlığı’nı özümseyerek dünyaya bakmaya çalışmak. Her şeyin paraya dönüştürüldüğünü için acıyarak algılamak ama inadına çalışmak. Dünyayı ve kendini yeniden var etmek. Bu kuşkusuz bir bilinç ve birikim sorunudur.
Maleviç’in Süpremleri, Georgio de Chirico’nun içi sembolik nesnelerle doldurulmuş yapıları, Morandi’nin yalın anıtsal natürmortları Yıldız’ın resmini besleyen temel kaynaklar olarak saptanabilir. Onun binalarında bulduğumuz benzerlikler salt biçimsel değil,anlamın yüzeyden derinlere çekilerek yoğunlaştığı bir dünyanın kavranmasıdır. Sağlam gözlemle çözümlenmiş "Kimliksiz" binalar, koridorlar, merdivenlerin “Yansımalar”ı bildik geometrilerinden giderek soyut lekelere, kontrast bir filmdeki ışık gölgelere "Geçişme" gündeme gelir bu resimlerde.
İç çekim başlamak üzeredir. Bilinç altının fırtınalarına sıra gelmiştir artık. Uysal kararlı görünümler, savrulan devinen geniş hareketlere parçalanmalara yerini bırakmaya başlar. Bunlar gerçekte daha önce örülen duvarların yıkılmasıdır.“Süregelen” adlı çalışmasında izlediğimiz daha önceki duvar dokularının dile gelmesidir. Özgürce kendisiyle "Karşılaşma"sının görüntüleridir yeni yapıtlar. Dışavurumcu soyut tavır iki yolda ilerler. Düşünsel eylemin bedensel dışavurumunun kayıtlarıyla Pollock , diğer yandan da dışavurumcu soyut resmin lekeci ustası Soulage. DYO resim yarışması sergisindeki iki işi bu yönelişin iki ucu gibi gözükmektedir.
Yıldız Ersağdıç’ın bundan sonra yapacaklarında bu deneyci , gözlemci ve coşkun yanını sürdüreceğini sanıyorum.
19.01.2003 İzmir
Bedri Karayağmurlar

Hiç yorum yok: