10 Temmuz 2007 Salı

NEŞ’E ERDOK


NEŞ’E ERDOK

BEDRİ KARAYAĞMURLAR
Neşe Erdok, yetmişli yıllardan günümüze ilgiyi üzerinde tutmayı başarmış bir sanatçı. Figüratif resimde, gerçekçi çizgide kendi gerçeği ile hesaplaşmayı deneyen sanatçının resimlerindeki göstergeler, bu çizgi içinde değerlendirebileceğimiz diğer sanatçılara göre daha ilginçtir. –Bir başka açıdan bakıldığında, kendi gerçeğine yaklaşamayanın gerçekçi olma şansı da yoktur.- Erdok’un topluma yönelttiği eleştiri, kendi beniyle hesaplaşmanın gerekçelerini oluşturur. Bu nedenle O, resimlerindeki figürlerinin toplamıdır bir bakıma.
Mehmet Ergüven, Neş’e Erdok kitabında, üzerinde çok konuşulmuş bir sanatçıyı, resimlerindeki biçim ve anlam ilişkisini sorgulayarak, çözümlemeyi deniyor.
Sanatçı çözümlemelerinde, eleştiri (yorum) bir yöntem olarak seçilmişse; yazar, peşinen kendisinin de yaratıcı (Sanatçı) olduğunu, değerlendirmelerinde her ne kadar öznel birikiminin yönlendirmesiyle yazmaya soyunmuşsa da, kendi benini de, yazma eyleminin pusulası yapacağını söyler okuyucuya. Ressamın konusunu seçişindeki öznellik, eleştirmenin sanatçı-yapıt seçimindeki tavrı ile örtüşür.
Her yaratıcı bireyin, yaratıcı etkinliğini sürdürmesinin önemli gerekçeleri olmalı. İnsanı yazarlığa, ressamlığa yönelten etkenlerden biri de, söz diliyle bireyin kendisine bile açıklayamayacağı gizleridir kuşkusuz. Psikanaliz yönteminin bu gizlerin çözümündeki katkısı önemli olmakla birlikte, varlık olarak sanat yapıtının arka alanındaki imlerin çözümü, öndeki göstergelerin okunabilmesi ile olasıdır. Her sanatçı gizli ya da açık kendisini açıklar, deşifre eder.
İzlenme isteği, yaratıcı dürtüyü ayakta tutan temel itkilerden biri olmalı. Kendisiyle yüzleşmek, biriktirdiklerini görünür kılmak, yaratıcıda arınmayı (kartharsis) gerçekleştirir. Yazmak, resim yapmak arınmanın yollarından sadece ikisidir. Yalnızca izlemek durumunda olanlar için, söze dökülemeyen içsel bir yüzleşmedir arınma. İzlemek ve izlenmek ilişkisinde gerçekleşen doyum, bir üçüncü kişinin araya girmesiyle sarsılır. Araya girmesi zorunlu kişi eleştirmendir. Bu ilişkide iki kimliği, yaratıcı ve izleyici kimliğini üzerinde birleştirir. O hem yaratandır, hem de izleyen. Bu nedenle, Mehmet H. Doğan, “En iyi sanat izleyicisi.” Olarak değerlendirdiği eleştirmeni, ikinci kimliği ile bütünler: “Düşündüklerini, duyduklarını, yazıya dökmek yürekliliğini gösteren kişidir eleştirmen.”¹ diye tanımlar “Birikime Dayanmak”ta.
Mehmet Ergüven, bu iki sorumluluğu yaratıcılığının dayanağı yapar. Erdok’u değerlendirmenin kuramsal gerekçelerini oluşturduğu açıklamalardan birinde, “Bir resmi görmenin ön koşulu, yaratıcının aldığı sorumluluğu paylaşmaya hazır olmaktır.” diyor. (s. 94) Burada görmek, (dinlemek, okumak) izlemek sözcüğünün içeriğini oluşturur.
Neş’e Erdok kitabına bu pencereden baktığımızda, Ergüven, Erdok’un resimlerinin biçimsel özelliklerinin, sanatçının öznelliği ile ilişkisini; kuramsal temeller oluşturarak değerlendirmeyi önemser. Hiçbir çözümleme denemesi, dayanıksız sözlerle gerçekleşmez çünkü. Anlama ilişkin verilerin yoğunlaştığı biçimsel yapı, oluşum ve biçimleniş ilişkileri anlaşılmadan gizlediği alt yapıyı ele vermez. Bu nedenle Ergüven, sanatçının yaşantı içeriğine ilişkin değerlendirmelerini resimlerle sınar. Sanatçıda izlenen sahicilik, içtenlik, yaşantı içeriğinin yapıtlara sinmesiyle orantılıdır.
Boya resminin iskeletini oluşturan desen, kendi başına bir yapıt olarak ele alındığında da; dış dünyayla kurulan öznel ilgi sınırları içinde, bir biçimleme tavrı olarak sanatçının yürek atışlarının en yalın algılandığı alandır. Yapısal açıdan, Erdok’un desenlerinde, gerçeklikte karşılıklarını bulmakta zorlandığımız figür yorumları, ancak sanatçının yaşantı içeriğinde anlamını bulan, gerekçelerini kavrayabileceğimiz öznel bir yorumu oluşturur. Çünkü resimdeki ya da desendeki figür, “gerçeğin figürde kristalize olmuş tinsel özüdür.” (s. 24) Bu bağlamda, iç-dış çatışması, öznel olanla, dışarıdaki nesnel yaşantının oluşturduğu karşıtlığın, gerçekle doğrudan karşılaşmaktan duyulan tedirginliğin biçimlenişidir Erdok’un figürleri. Bu figürleri hazırlayan tavır, Ergüven’in yaklaşımıyla ele alındığında, salt kurgusal bir biçimlenişle açıklanamaz: “... figürü hazırlayan etmen, öncelikle canlı tanıklığın (fiili birliktelik) zorunlu kılıp, eidetic iç görü de bunu tamamlamaktadır olsa olsa; ve bu, gerçekçilik adına öylesine benimsenmiş bir ilke değil, Erdok’un yaşam ile başka türlü kurmakta acze düştüğü zorunlu diyalogdur aslında.” (s. 20)
Yorumlamak yeniden yaratmaktır bir bakıma. Değişik inceleme yöntemlerinde, sanatçının yaşadığı toplumsal yapı, sanatçının yaşam öyküsü, yapıtların anlaşılması için önemsenir. Ancak, burada asıl konu yapıtlardır kuşkusuz. Yorum bu ilişki içinde nesnel temellere dayalı ve anlam üretimi inandırıcı olur. Ergüven bu bilinçle, kendisine yakın gelen anlamların yakalanmasında, sanatçının yaşantı içeriğini önemser. Biçimsel yapı, yaşantı içeriğinin görünen yüzüdür çünkü.
Erdok’ta, figürlerdeki deformasyon, figürlerle ilişkisini kurmakta, (optik ilişki içinde) zorlandığımız düzleştirilmiş mekan yanılsamalarının kullanılması, resim düzleminde sunulan sahne, birbirleriyle öznel bir bütünlük oluştururlar. Erdok resmi, çağdaş sanatçının derinden duyumsadığı, tedirginliğin, yalnızlığın, ürpertinin, kararsızlığın, gerilimin, yabancılaşmanın ifadeleridir. Örneğin, Erdok’un renk anlayışı bu içerikle anlamlıdır. Bu aynı zamanda sahiciliğin de göstergesidir. “... Mekan yanılsaması bağlamında, sıcak/soğuk karşıtlığından hareket ederek ön/arka ilişkilerini belirlemeye matuf hiçbir somut çabaya rastlayamayız burada. Bütün bunlar, öngördüğü soyutlama tarzından ötürü, rengin yalnız temsili değil, özgül değerine de kuşkuyla bakmasına yol açar –Erdok’un- biçime yardımcı olan rengin psikolojik boyutu ise, olsa olsa, bu iki uç arasında salınıp duran çekingenliğin, çağdaş ürpertiye işaret eden kararsızlığını imlemektedir.” (s. 85)
İzleme ve izlenme kavramlarının sorgulandığı kitapta, yazar, izleme sorumluluğuna koşut, kendisinin izlenmesiyle ilgili ip uçlarını da sunar. Yazı yazmakla resim yapmak arasındaki ayırım, seçilen malzemeyle ilgilidir öncelikle. Ya da kendimizi ifadede elde ettiğimiz, bize en uygun düşen aracı kullanmaktır söz konusu olan. Ergüven’in Erdok’la ilgili söylediklerinin altında kendisiyle ilgili söyledikleri vardır; ve bu kitabı içtenleştirir. “Karşısındakini sürekli izleyen, sonuçta başkalarıyla birlikte kendini görmeye adaydır; her şeye mesafe koyanın kendi benine bulanmıştır çünkü.” (s. 18) resim dilinin biçimsel göstergelerinin okunmasındaki güçlüğe sığınarak, izlendiğini neredeyse unutan Erdok’a, Ergüven, (kendisi de dahil) bunun pek olası olmadığını anımsatır.
Çevreyle kurulan, mutlu birlikteliklerin gerilimsiz dünyasında, yetenekli bireyin bize anlatacağı pek bir şey yoktur. Yaşanılan açmazlar, doyumsuzluklar, ölüm korkusu, daha birçok tinsel nedenin biriktirdiği içsel baskıdan kurtulmanın yüceltilmiş biçimidir belki de sanat. Ne denli utangaç gözükse de her biçim gizliden açıklar yaşantı içeriğini. Bunun için kurgusal bir dünya oluşturulur. Gerçekçi çizgide bile, gerçeklikle ilgisi olmayan bir dünya. (Munch, bu dünyadan bütün sanatçılar adına bir “Çığlık” atar.) Erdok burada iç evreniyle özel bir konumdadır. Erdok’ta “... izlenimlerin odak noktasını, korkudan, gizli euphorie’ye kadar hep öznel yaşantı içeriği belirlemektedir. Bu nedenle ötekinin surete dönüşme şansı, ‘kendi beni’nden payına düşeni yeterince aldığı sürece vardır. Erdok’u resimle hesaplaşmaya sevk eden temel güdü, başkasında kendine bakmanın makul hale geleceği koşulları üretmektir.” (s. 204) Ergüven, Erdok’tan yola çıkarak kendisinin de içinde olduğu bir dünyanın tanıklığını yapar. Her yargı kendisi için de doğrudur belki.
Desen-Sahneleme-Renk-Mekan-Oto/portre-El ve Ayak/kabı-Kaygı başlıklarından oluşan çalışmada, oluşturulan çözümleme mantığı, kitabın sonunda “Gece Vapuru” isimli tablonun değerlendirilmesinde somutlaştırılır.
Kitabın en ilginç yanlarından biri de kuşkusuz, Ergüven’in cinsel anlamlar yüklediği el ve ayak motiflerini öne çıkarmasıdır. Kitabın Oto/portre-El ve Ayak/kabı ve Kaygı bölümleri diğer bölümler içinde özel bir yere sahip görünüyorlar. İlk bölümlerde, hazırlanan mizansen burada belirginleşir. Her insan cinsiyetiyle kimlik kazanır. Bunun bastırılması, gizlenmesi ile ilgili çabalar, resimlerin okunması sürecinde, izleyicinin ilgisi sınırları içinde değişik anlamlar taşıyabilir. Ergüven, el ve ayaklara yüklediği cinsellikle ilgili anlamlarla, Erdok’un resimlerindeki cinsel göstergeleri deşifreye yönelerek, kendi bakış aralığını da sunar okuyucuya. Diğer yazılarında da çokça rastladığımız cinsellikle ilgili motifler, kitapta, söz dilindeki ustalığıyla, yer yer bir roman kahramanının betimlemesindeki ustalığıyla, yer yer bir roman kahramanının betimlemesindeki ustalığa dönüşür. “bilekten hafifçe içeri doğru bükülmüş bakımlı kadın ayağı, özenle kesilmiş tırnaklarla birlikte, sahibinin aynasıdır; ürkek ve tedirgin.” (s. 22) bu resimdeki Erdok’tur. Ergüven’in kadın kahramanı.
“Banliyö Treni”ndeki erkek figürünü yorumlarken yaptığı göndermelerle, salt resme ilişkin anlamsal deşifre değildir Ergüven’in sunduğu; O, aynı zamanda cinsellikle ilgili vurguyu “fermuar” sözcüğüne yükleyerek el’deki cinsel kimlik göstergesine dikkati çeker. “Baktıkça daha iyi görürüz: uygarlığın nimetlerinden nasibini alamamış böyle bir uzuv, gündelik hayata sığınıp, adapte olmakta zorlanır-fermuar, olsa olsa bu adamın elinde kalır!” (s. 180)
Ele ilişkin bu anlamsal yükleme ayak imgesinde de kendisini gösterir. “... ayak, elin tamamlayıcısı parçası olmasına karşın, çoğun görünmeden eşlik eder ona; çıplak ayak, sadece kendisi olmanın ötesinde –cesaretten ilkelliğe, yoksulluktan cinselliğe kadar-, bir başka şeye gönderme yapmak üzere fırsat kollar- ayakkabıdan sonra ayağın son sığınağı olan çorabın, tıpkı sutyen ve don gibi erotizmin (fetişz?) ilgi alanına girmesi, bir bakıma bunun sonucudur; çorabın içinde ayak vardır.” (s. 184)
Ergüven’in Neş’e Erdok kitabı, yazar-ressam birlikteliğinde ortaya çıkmış başarılı bir çalışma. Ressamın aradaki tanığa dünden daha çok gereksinim var. Görüntülerin söze dökülmesi, eleştirip-yorumlanıp yeniden yaratılması günümüze denk düşen bir tavır. “Ressam ve yazar söyleşegelmişlerdir. Degäs değil mi azizim şiir duygularla değil sözcüklerle yazılır uyarısını Mallarme’den işiten.” ² Resim, çizgiyle renkle biçim yaratmaktır. Eleştiri de sözle yazılır. Sanatçının dünyası biçimlerin tinselliğini oluşturur. Yaratılan biçimlerin sanat olarak değerlendirilmesi bu tinsellikle ilgilidir. Ergüven eleştirmenliğinin yanında iyi bir yorumcu olduğunu da kanıtlıyor Neş’e Erdok kitabında.

Hiç yorum yok: